Sosyal medyayı “kıble” olarak gören markaların yatıp kalktıkları tek konu var; erişim ve etkileşim. Varsın hesaplardaki takipçiler sahte olsun, varsın o eriştiğini ve etkileştiğini  sandığı kişiler yaşamıyor olsun… Bunun önemi yok onlar için.
Şimdi kendimden, yakın tarihten kısa bir örnek vereceğim. Erişimi ve etkileşimi benim milyon katım olan bir arkadaş bana haksız yere kendi hesabından sataştı. Ben de bir yanıt verdim. Köşe yazımı da Otomobil Gazetesi’nde haber yaptıktan sonra mütevazi sosyal medya hesaplarımdan da paylaştım. Sonrasını gördünüz… Neredeyse Türkiye’nin yarısı benim yazdığım yazıdan, verdiğim yanıttan konuyu öğrendiler. Bunu övünerek, değerli gördüğüm bir şey olarak söylemiyorum. Ancak değinmek istediği konu markaların yere göğe koyamadıkları erişim ve etkileşim hakkında iki laf etmek… Doğrunun ve güzelin bir başka yerde olduğunu göstermek…

 
İşte gördünüz mü şimdi etkileşimi?..


Evet söyleyeceğim tam da bu; “Erişimi ve etkileşimi çok iyi” dediğiniz ve bir başka otomotiv gazetecisini davet edeceğiniz kontenjanı, teknoloji vb editörlerinde veya ınflucerlara kullandığınız seçimlerle onları ne hale getirdiğinizi gördünüz. En ufak bir toplantıya çağrılmadıklarındaki gerçek yüzünü de gördünüz. PR ajansı çalışanlarına, marka yetkililerine ve bu işe yorum yaptı diye bana yaptıklarını gördünüz… Tehditi, şantajı, egoyu, küstahlığı gördünüz… Alın şimdi o erişimi ve etkileşimi uygun kriterlerinize sürünüz…
Bunca olan rezillikten sonra hangi marka yöneticisi “erişim ve etkileşim” için bu kişileri otomotiv lansmanlarına davet edecek acaba?
Bu durum tabi sadece teknoloji editörleriyle sınırlı değil. “Global öyle istiyor” yalanlarınızla sahte takipçili, “sözde sosyal medya fenomenlerinizi” de biliyoruz. Otomotiv gazetecilerini tercih etmeyip, sahteciliği tercih ettiğiniz için onlar kadar sizler de suçlusunuz. Açın bakın hesaplarına bir dakikanızı almaz sahte takipçiler, sahte beğenileri görmek…
Son diyeceğim şu ki; seçimler, tercihler sizin tasarrufunuzda… Ama işini doğru düzgün yapan, üreten, etik değerlere dikkat eden, gazetecilik yapmak isteyen otomotiv editörlerini, habercileri de ihmal etmeyin, yok saymayın derim. Fazla erişim ve etkileşim başınızı ağrıtabilir…
 
BYD’nin yatırımından kimler neden rahatsız oldu?
 
Gelelim bir başka “otomotiv gazeteciliği” konumuza. Geçtiğimiz haftalarda BYD’nin Türkiye yatırımından dolayı olumsuz yorum yapanlar oldu.  Biri Alphan Manas’tı. “Sözleşmenin detaylarını bilmiyorum ama şüpheyle yaklaşıyorum dedi. Alphan Manas’ın  otomotiv sektöründeki bir girişimci olarak bu yorumu yapması normal. Ama gazeteci olarak “haber” adı altında spekülasyon yapılıyorsa o zaman tartışılır işte.
27 yıldır yatırım gelmiyor diye yırtınanların daha 27 gün geçmeden “Teşvikin dozu kaçtı mı”, “Yolcu garantili havalimanı gibi” baştan sonra gerçekle alakası olamayan yorumlarla algı yapılması da çok tartışıldı. Örneğin “Henüz ortada fabrika yokken hemen uygulanacağı söylenen gümrük vergisi muafiyeti ve ÖTV indirimleri büyük tartışma yarattı” cümlesindeki samimiyete ve doğruluğa kimse inanmadı mesela. Çünkü böyle bir konu ne konuşuldu, ne de tartışıldı. Peki bu söylentinin, bu subjektif değerlendirmenin kaynağı kim olabilir?  Bir gazeteci;  “BYD 100 bin araç ithal edip satarsa bu sağlanan avantaj fabrika yatırım maliyetini karşılayacak bir tutara denk geliyor” hesabını yapamaz.  Bu olsa olsa bir bakkal hesabından öteye geçmez. Ya da Nasreddin Hoca fıkrasındaki gibi   "Buraya çit çekeceğiz, koyunlar geçecek, yünleri takılacak. Bizim hatun bu yünleri toplayacak, yıkayacak, tarayacak, eğirecek, dokuyacak, ben de götürüp satacağım"  hesabından farklı değil.


Peki gelelim işin aslına…

Otomotiv gazetecisi olarak işkembeden sallayacağıma araştırma yapayım dedim. İlk sorum şu; BYD’nin Türkiye’de yatırım yapmasından kimler neden rahatsız olmuştur ve bu art niyetlerini birilerine üfleyip neden bu yorumların çıkmasını sağlamışlardır? İşe gazeteci olamayan Alphman Manas’la röportaj yaparak başladım. Röportaj Otomobil Gazetesi youtube kanalımızda... Peki ya diğer dedikodu kaynaklı yorumların kaynağı kim diye araştırdım. Benim çevremdeki iddia da şu; bu olumsuz ve hiçbir haklı zemine oturmayan bu söylentilerin kaynağı; Anadolu Grubu Otomotiv tarafı ve üst düzey yöneticileri… Grubun bir taraftan TOGG ortaklığı, diğer taraftan can çekişen Kia distribütörlüğü buna büyük etken deniyor.  Bu sorunun yanıtını sorduğum hemen hemen herkes bu görüşte birleşti. Hatta konuştuğum bir yönetici bana aynen şunları söyledi: “Bu yolcu garantili havalimanı ihalelerine benziyor yorumunu bu yazıdan bir hafta önce birisi tarafından bana telefonda yapılmıştı. Güldük geçtik. Baktım bir hafta sonra başkasına da söylemiş o da aynen yazmış”…


Tabi bu durumda beni şaşırtan bir başka konu daha var. Gazetecilikte eğer “haber yapıyorsanız” ifade eşitliğini de sağlamalısınız... Yani birisi, birisi hakkında bir şey iddia etti mi; diğer muhataba dönüp “siz ne diyorsunuz” demek bu işin olmazsa olmasıdır. Yani gerçek gazetecilik bunu gerektirir! Diğeri dedikodu yazarlığı olur. Ya da başkası adına tetikçilik olur. BYD Türkiye’nin CEO’suna, Genel Müdürü’ne ve  BYD’nin ajansına akrabalarından (örneğin halasından) bile daha yakınken, neden onlara da “Bu konuda siz ne diyorsunuz” diye sorulmaz?  Ben sormam ama; Ayda bir CEO PR’ı yaparken her şeyi soruyordun da bunu mu sorma ihtiyacı hissetmedin diye adama sorarlar. Mesela onlar da “biz bu konuda konuşamayız çünkü distribütörüz” demiş olsalar bile bu niye yazılmaz? Yani işin içinde başka işler var… Başka birileri var onlara nedenle alet olup yazanlar var… Şimdi bütün sektör bu söylentilerle kaynıyor… Neyse muhataplar barışır yine kötü ben olurum…


Yazının başına dönelim. Sosyal medyada erişimi ve etkileşimi iyi olan biri, spekülasyon bir söylentiyi yaydı ya? Şimdi asıl benim yazdığım bu yazı konuşulacak. Diğerinde de olduğu gibi…


Tüm meslektaşımın kapalı kapılar ardında konuştuğu iki konuyu özgürce paylaşmanın mutluluğunu yaşıyorum.  Bu hafta da herkesin gözlerinden öpüyorum…