Lansmandan lansmana, toplantıdan toplantıya savrulduğumuz bir  dönem geçiriyoruz. Son 1 ayda Çin’den, Güney Afrika’ya, İzmir’den Bodrum’a koşturuyorum. Bu süreçteki lansman kaliteleri dikkatimi çekiyor. Gösterilen özen, detaylar ve en önemlisi özgünlük ön plana çıkıyor. Yaklaşık 2 yıldır bu tarz lansmanlar ön planda. Hem ODMD’nin hem de OGD üyelerinin oylarıyla verilen “Yılın Lansmanı”  ödülü artık daha arzulanan, daha çok istenen ödüllerden bir hale geldi.


Yaklaşık çeyrek asırdır takip ettiğim otomotiv lansmanlarında gördüğüm; Dacia’nın Iğdır-Kars rotasındaki lansmanıyla çıtanın  “biraz” yukarı konduğu oldu… Ve daha sonra peşinden gelen Gökçeada’daki “Bu yolculuk senin” başlıklı Business yolculuğa gönderme yapılan Renault Austral lansmanı da üst üste etkili işlere atılan imza olarak devam etti. Ve son olarak da Van’daki elektrkli Renault Megane lansmanı da bu “geleneği” devam ettirdi. Bunlar Renault ve Dacia lansmanlarıydı.


Bu sene Çinli marka BYD’nin hem İstanbul Ortaköy’deki ilk marka lansmanı ardından Alaçatı’daki Atto 3 lansmanı da detayları ve özeniyle beğeni toplayan lansmanlar olarak dikkatimi çekti. Ardından geçen hafta Bodrum’da gerçekleştirilen Toyota C-HR lansmanı da; güzergahı, sanatla otomobili birleştiren özgün çalışmaları ve son olarak da nefis gece şovuyla büyük emek verilen çok özenilmiş lansmanlar arasında yer aldı. Tebrik ediyorum…
Bunlar tabi benim katıldıklarım… Benim katılamadığım ama ekip arkadaşlarımın katıldığı Peugeot 2008-508 ve BMW’nin Kalem Adası’nı da kapsayan İzmir-Foça-Dikili arasında gerçekleştirdiği 5-serisi lansmanı da özeni ve verilen emeği açısından konuşulanlar arasında duyduklarım. Onların da hakkını vereyim.   
 
Otomobil satma işi rekabetin en önemli parçası. Fazla satmak, fazla pazar payı, fazla karlılık ve fazla müşteri memnuniyeti. Tabi bütün bu zincirin son halkası da artık iyice belirginleşen lansman yani pazarlama-tanıtım  rekabeti. 


Rekabet çok güzel ama. İçinde “özgünlük” barındıran işler beğenilmeli ki, sektör total saygınlığını arttırsın. Üst üste hep güzel ve etkili işler yapılsın. Bu yarış, hiçbir sektör oyuncusu tarafından yıkıcı ve adil olmayan bir eksene çekilmesin... Çünkü bu sektörde emek verenlerin alanı “Ödül ve Ceza” değil bence… Zaman zaman tanık oluyoruz mesleki kıskançlıklara. Ama biz otomotiv gazetecilerinin arasında da benzer kıskançlıklar, benzer çekememezlikler olduğu için ne yazık ki onları da bunları da normalleştiriyoruz.
Aslında hepimiz iyi yapanı taktir edip, hakkını verip daha iyisini yapmak için çaba göstersek ortada bu durumlar olmayacak. Ama işin tabiatında rekabet var işte. Her yere yansıyor.  
Yukarıda yazdıklarım marka-ajans tarafını ilgilendiren bölümler. İşin bir de madalyonun öteki tarafı var. Biz otomobil gazetecileri tarafı. Pandemiden sonra hayli artan lansmanlarla birlikte bir çok gazeteci arkadaşımın lansman reflekslerinin de değiştiğini gözlemliyorum. İçi boş bir kibir, anlamsız bir ego, yersiz bir çekememezlik, tadsız bir hoşgörüsüzlük…
 
Lansmana gelebilmek için yapmadığını bırakmayanların, lansmana gelince söylenme makinası olması mesela… Oysa; programa, uçak saatlerine, davetli diğer meslektaşına bakarak, “ben gelemiyorum” demek çok zor olmasa gerek… Hem koştura koştura gelip, hem de her şeye ama her şeye söylenmek genel bir ortak davranış biçimi olmaya başladı.  Marka ve ajans yöneticilerinin de bu anlamdaki sabrına hayran olduğumu söylemeliyim. Bu konuda yazılacak çok anektod var ama şimdilik tadına bırakayım.


Değişen, gelişen ve yarışan lansman kültürümüz, meslektaşlarımızın da; daha olgun, daha hoşgörülü ve daha seçici olma tavrını geliştirebilir diye düşünüyorum…