30 AĞUSTOS TAYK BMW BORUSAN OTOMOTİV ZAFER KUPASI YAT YARIŞI çerçevesinde Yuvam Dünya Derneği’yle birlikte “I Sea Climate Change” projesini duyurdu. Outdoor&Fitness bu ilk duyurunun yapıldığı paneli izledi ve konuşmacıların verdiği mesajları derledi. İşte Denizlerimizdeki İklim Değişikliği konusundaki başlatılan çalışmaların ilk öyküsü…
Kalamış Marina’dayız… 30 Ağustos TAYK BMW Borusan Otomotiv Zafer Kupası Yat Yarışı bitmek üzere… Tekneler finishe doğru yaklaşırken, Kalamış Marina’da da tatlı bir heyecan var. Borusan Otomotiv'in distribütörü olduğu BMW Türkiye'nin öncülüğünde düzenlenen panelde değerli konuşmacılar konuklar yerlerini alıyor. BMW Pazarlama Direktörü Gözde Günçe Gedik, Yuvam Dünya Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Kıvılcım Pınar Kocabıyık, Profesör Doktor Mustafa Sarı, gazeteciler, ve konuyla ilgili davetliler paneldeki konuşmaları bekliyorlar. İşte başından sonunda kadar panelde geçen konuşmalar…
I SEE CLIMATE CHANGE’İN İLK DUYURUSU YAPILIYOR
BMW Pazarlama Direktörü Gözde Günçe Gedik açılış konuşmasını şu açıklamalarıyla yapıyor: “Büyük bir maceraya sahne olan 30 Ağustos TAYK BMW Borusan Otomotiv Zafer Kupası’nın heyecanı içerisindeyiz. Yuvam Dünya Derneği’yle birlikte hayata geçirdiğimiz “I Sea Climate Change” projesinin duyurusunu burada ilk defa sizlere yapıyor olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu anlamlı projenin detaylarını Yuvam Dünya Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Kıvılcım Pınar Kocabıyık ve değerli hocamız Prof. Dr. Mustafa Sarı birazdan sizlere aktaracaklar. Ben, öncesinde Borusan Otomotiv ve BMW Türkiye olarak sürdürülebilirlik vizyonumuz ve bu alandaki faaliyetlerimiz ile ilgili sizi kısaca bilgilendirmek istiyorum. Sürdürülebilirlik, Borusan Otomotiv Grubu olarak çok uzun yıllardır bizim çalıştığımız konuların başında geliyor. Sürdürülebilirlik stratejisi kapsamında Türkiye’de otomotiv sektörünün elektrifikasyon dönüşümünün öncü şirketi olma vizyonunu benimsedik. Sürdürülebilirlik konuştuğumuz gibi çok uzun yıllardır üzerine çalıştığımız bir konu ve bunu i3 yaklaşımı olarak tasvir ettiğimiz 3 tane i, yani; İklim, İnsan ve İnovasyon alanlarında çok geniş bir perspektifle ele aldığımız ve bütün sürdürülebilirlik faaliyetlerini de bu odak alanları içerisinde gerçekleştirdiğimiz bir konu. Belirlediğimiz sürdürülebilirlik hedeflerimiz, bu alanda aldığımız sorumluluklar ve öncü olma yaklaşımımız doğrultusunda Türkiye temsilcisi olduğumuz bütün markalarda çevre dostu, doğayla uyumlu en yeni modelleri, dünyayla aynı anda Türkiye’deki tüketicilerle buluşturuyoruz. Türkiye’de elektrikli otomobil pazarı çok hızlı bir şekilde büyüyor. 2022’de satılan elektrikli otomobil adedi 7.733 olup 2023’te büyük bir artış göstererek 70.000 adedin üzerine çıktı. 2024’ün ilk 7 ayında da satış adedi 41.000’in üzerinde. Satılan yeni otomobillerin toplam satışlarına bütün markaları kapsayarak baktığımız zaman % 7.7’sini elektrikli otomobiller oluşturmakta. BMW olarak da bizim satışını yaptığımız otomobillerin % 40’ını tamamen elektrikli otomobiller oluşturuyor. Borusan Otomotiv olarak Türkiye distribütörü olduğumuz BMW Group’un hem sürdürülebilirlik hem de elektrifikasyon alanında odaklandığı konuları biz de benimsiyoruz. Bu konuları, BMW Türkiye olarak bütün iş yapış süreçlerimize uyarlayıp biz de bu felsefeyle hareket ediyoruz. 2022 ve 2023 yıllarında hayata geçirdiğimiz bütün sürdürülebilirlik faaliyetleri neticesinde Borusan Otomotiv Grubu olarak BMW Group tarafından Polaris Sustainability Award yani Polaris Sürdürülebilirlik Büyük Ödülü’ne 2 yıl üst üste layık görülmenin gururunu yaşadık. Ödülü kazanmamızda etkisi olan uygulamalarımızda tamamen elektrikli BMW sahibi müşterilerimizin ihtiyaç ve beklentilerini odak alarak kurduğumuz BMW Elektriğin Öncüleri topluluk projemiz, tüketicilerin en endişe duyduğu konular olan menzil ve şarj konularını çözüme kavuşturmak adına hayata geçirdiğimiz BMW müşterilerinin yanında bütün markaların elektrikli otomobil modellerini kapsayan ve anlık şarj operatörlerinin doluluk durumunu gösteren ChargeIQ projemiz yer aldı.
TÜRKİYE’DE ÖNDERLİK ETTİĞİMİZ KONULAR
Türkiye’de önderlik ettiğimiz konulardan bir diğeri de: “Borusan Eşittir” yaklaşımımız. ‘Anahtar Kadında’ olarak isimlendirdiğimiz ve yetkili servislerdeki atölye çalışanlarında kadın teknisyen istihdamını arttırdığımız uygulamalarımız bu ödülleri almamızdaki en öne çıkan projeler oldu diyebilirim. Ipsos’un yaptığı bir araştırmaya göre tüketicilerin % 52’si sürdürülebilirlik kavramının tam olarak ne ifade ettiğini bilmiyor. Bilenlerin ise % 66’sı birey olarak nasıl bir katkı sağlayabileceği ve neler yapabileceği hakkında ilgili bir fikre sahip değil. Bu sebeple BMW Türkiye olarak geçtiğimiz yıl bir proje hayata geçirdik. Bu projede tüketicilere neler yapabilecekleri ile ilgili ilham olmanın yanında sürdürülebilirlik kavramının doğru bir biçimde aktarılarak bilinçli ve sorumlu hareket edilmesinde katkımız olmasını hedefledik.
PROJENİN ADI: “UNLEARNERS” VE DEĞİŞİME ÖNCÜLÜK ET
“Unlearners” kavramını biraz açmak gerekiyor bu noktada, neyi kastediyoruz Unlearners diyerek? Bütün insanların yıllardır bildiği ve öğrendiği yaklaşımları aslında bozarak hatta bozmanın da ötesinde tamamen yıkarak fabrika ayarlarına dönüp hem öğrenme noktasında hem de bilinçlenme ve bakış açısını değiştirme noktasında bir değişim yapıyor olması demek. Bu felsefe ile beraber artık bilgiye güvenmek yerine ona meydan okumak, bildiklerimizi sorgulamak, meydan okuyup daha sonra da işte bu değişime öncülük etmek gerekiyor. Biliyoruz, hepimiz değişen şartlar gereği değişmek zorunda kalabiliyoruz ama bazı insanlar var ki onlar mecbur kalmadan kendi hayat tarzlarında hem öğrenmeye hem de değişmeye açık olarak bu değişime öncülük ediyorlar. Biz de bu felsefeyi benimseyen insanları bir araya getirdiğimiz bir “Unlearners Komünitesi”ni oluşturduk. Sektörde bu konularla ilgili değerli bilim insanlarının rehberliğinde bir araya gelerek farklı grupları etkileyecek fikirler ve projeler hayata geçiriyoruz. BMW Türkiye olarak bizim de değişimin öncüsü dediğimiz bir müşteri kitlemiz var. Bu müşterilerimiz doğayla uyumlu ve çevreye daha az zarar veren elektrikli otomobil satın almayı tercih etmiş kişiler. Onların aracılığıyla çeşitli sivil toplum kuruluşlarına bağış yapıp iyilik hareketine katkı sağlıyoruz.
BU BAKIŞ AÇISIYLA “I SEA CLIMATE CHANGE” DİYORUZ
Yuvam Dünya Derneği ile başlattığımız “I Sea Climate Change” projesi de bu felsefeye ve bu yaklaşıma bağlılığımızın bir göstergesi. Biliyoruz ki dünyamız yaşlanıyor. Havamız, suyumuz ve rüzgarımız değişiyor. Daha etkili çözümler için hep birlikte hareket edip öncü olmamız gerektiğine inanıyoruz.
Yuvam Dünya Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Kıvılcım Pınar Kocabıyık:
İklim krizini tüm duyularımızla hissediyoruz.
Bugün üç tarafı denizlerle çevrili bir coğrafyada, kara ve denizler arasında önemli bir geçit sayılan İstanbul’dayız. Rüzgarın ve akıntının büyüleyici uyumunu gözlemlediğimiz yelken sporu eşliğinde yaşadığımız bugün, hepimiz için yaşadığımız şehrin ne kadar özel ve güzel bir şehir olduğunu hatırlatan bir gün oldu. Ancak her şey gibi, bu güzellikleri korumak da bizim elimizde.
Yuvam Dünya Derneği olarak biz, tam da bu amaçla çalışıyoruz. Neslimizin hikayesi haline gelen iklim krizinin etkilerini azaltmak, gereken sistemsel dönüşümlere yardımcı olmak ve toplumsal farkındalığı artırmak için çabalıyoruz. İklim krizi konusunda hem bir taraftan dönüşüm için çalışmalar yürüten ve bilimsel projeleri hayata geçiren, bir taraftan da toplumsal farkındalığı önemseyen bir derneğiz. Bu kapsamda diyoruz ki ‘hikaye değişirse her şey değişir’ ve bu yüzden de sanatın, sporun gücüne çok inanıyoruz. Sanatçılar ve sporcuların harika bir hikaye anlatma gücü var, buradan yola çıkarak hem İklim Dostu Sanat, hem de İklim Dostu Spor Hareketi’miz ile kapsamlı çalışmalar yürütüyoruz. Spor hareketine futbolla başlamıştık, sonra buna voleybol eklendi, basketbol eklendi. Şimdi ise yelken sporuyla beraber yola çıkarak denizlerimizi gözlemlemeye başlayacağız.
Bugün sizlerle bu amaçlar doğrultusunda oluşturduğumuz bir projemizi paylaşmak istiyoruz.
Projemizin adı I SEA CLIMATE CHANGE. Çünkü iklim krizini baktığımız her yerde görüyoruz. Sesini duyuyoruz. Etkilerini tüm duyularımızla hissediyoruz. Ve sadece çocuklarımıza, yani bizden sonraki nesillere yaşanacak bir dünya bırakmak için değil, anılarımızın geçtiği dünyayı da korumak için bugün, hemen harekete geçiyoruz.
Çünkü iklim krizi, aslında etkilerini karadan önce denizlerde gösteriyor. Örneğin; karasal yaşamı bekleyen en büyük tehlikelerden biri olarak görülen iklim göçünü aslında on yıllardır denizlerde ve okyanuslarda görüyoruz. Günümüzde pek çok balık türü, yumurtalarını korumak için ısınan okyanus suyu bölgelerinden daha serin sulara doğru götürüyor. Yani göç ediyor. Çok iyi bildiğimiz denizler, bizler için hiç aşina olmadığımız davranışlar sergiliyor. Rüzgar ve akıntıların yönü değişiyor. Bu da yelken gibi pek çok spor için risk oluşturuyor.
Ancak sorunlar bununla kalmıyor. Tüm bunları analiz etmek ve çözüm üretebilmek için elimizde çok daha fazla veri olması gerekiyor. I SEA CLIMATE CHANGE isimli projemizle Borusan Yelken Takımı’nı Marmara Denizi’nin rüzgar takipçisi haline getiriyoruz. Teknelerine yerleştirdiğimiz özel cihazlarla onlar düzenli olarak denizlerimizde esen rüzgarları ölçümleyecekler. Yeni veri toplayıcılarımız olacaklar. Bu veriler ise bilim kurulu üyemiz sayın Prof. Dr. Mustafa Sarı liderliğinde kurulan bilim ekibimiz ile incelenerek raporlanacak. Elde edilen veriler sadece bizim projemize değil, başka projelere de ışık tutacak ve birçok yeni bilimsel projeyi başlatan nitelikte olacak. Bununla birlikte Yuvam Dünya Derneği’nin bilimsel hikaye anlatıcılığı yöntemleri ile hikayeleştirilerek sporcuların ve toplumun farkındalığı için raporlar haline getirilecek. Hedefimiz, bu projenin Türkiye’nin her yerindeki denizciler tarafından sahiplenilmesi ve daha çok veri toplayıcısı ile iklim krizinin denizlerimiz üzerindeki etkilerini daha net bir şekilde gözlemleyebilmek ve çözüm üretebilmek.
Oldukça fazla veri toplamayı amaçladığımız için uzun soluklu bir proje de bizi bekliyor. Veriler değiştikçe tüm verileri anlamlandıracağız. Tabii ki de tüm bilim kurulu üyelerimiz buna farklı farklı taraflarda destek olacaklar ve günden güne büyüyecek. Dünyada ses getirecek bir işe başladığımızı düşünüyoruz, günden güne artan büyük bir topluluk ile verilerimiz bambaşka bir hikayelere dönüşecek. Hocam çok teşekkürler, ben çok heyecanlıyım bu proje için ve sizin gibi bir bilim insanıyla, sizin gibi bir ‘insanla’ bunu yapabileceğimiz için çok mutluyum. Bunun duygusal tarafı da var yani sadece bilimsel bakmamak lazım. Çünkü bir işe kalbinizi verdiğinizde hiç ummadığınız yerlere gidebiliyor, bunun da öyle olacağına eminim.
Profesör Dr. Mustafa Sarı:
Hepimiz suların ortasında minicik bir adada yaşıyoruz…
“Ben de şimdi en iyi bildiğim şeyleri söyleyeyim ve denizden bahsedeyim. Bu iklim değişimi meselesi çokça konuşuluyor fakat iklim değişimi hepimizin bildiğinden inanın çok farklı bir noktada. Bizler dahil olmak üzere bilim insanları iklim değişiminin neye evrileceğini, neye nasıl bir etki yapacağını bilmiyoruz. Lorenz’in meşhur kaos teorisi gibi yani New York’ta kanatlarını çırpan bir kelebeğin oluşturduğu o minicik hava hareketinin İstanbul’da şiddetli bir fırtınaya dönüşme potansiyeli doğada hep var. Lorenz bunu kaos teorisiyle zamanında çok güzel ifade etmişti ama bugün artık o teori ve daha yeni iklimin değişmesine bağlı olarak başka bileşenleri koyacağız ki sonuç alabilelim.
Dünyanın 4’te 3’ü sularla kaplı yani hepimiz adada yaşıyoruz aslında. Adada yaşayanlar ada mantığını, ada kültürünü daha iyi biliyorlar. Adada her şey sınırlıdır yani suyunuz sınırlıdır, elektrik kesilirse bir jeneratörünüz vardır ve onun yakıtı sınırlıdır. Her şeyin sınırı vardır adada ama biz şimdi yaşadığımız karalara bakıyoruz, koca koca kıtalar. Hadi gelin dünya haritası üzerinden bakalım, hepimiz suların ortasında minicik bir adada yaşıyoruz: 4’te 3’ü su, sadece 4’te 1’i karalar. Eğer bu 4’te 1 olan karaların tamamı ormanlar ve bitkilerle kaplı olsaydı ve onlar hiç durmadan oksijen üretselerdi bugünkü insan ve hayvan popülasyonunun ihtiyaç duyduğu havanın içerisindeki oksijeni üretmek için yetmeyecekti. Peki nereden alıyoruz biz oksijeni? Denizden alıyoruz. Denizde gözümüzle görmediğimiz minicik çoğu tek hücreli algler, mikroplankton dediğimiz minik bitkicikler üretiyor. Denizin kıyısal alanında yani en fazla 50 metre derinliğe kadar dağılım gösteren deniz çayırları üretiyor. Aldığımız iki nefesten bir tanesi denizden, deniz yoksa yaşam yok. Deniz çok dar bir alanda zihinlerimizde hapsedilmiş durumda. İki şeye bakıyoruz: “Yaz geldi kardeşim ben denize girebilecek miyim?” Denizin kıyısında bir yazlığı olan bunu hayal ediyor. Müsilaj zamanında ben neler çektim bilemezsiniz. Müsilajı anlatmak için böyle bir topluluğa gidiyorum, ben bilimsel verilerle konuşmak istiyorum. Hemen birisi el kaldırıyor, “hocam bir dakika, bu sene denize girebilir miyiz” diye soruyor. İnsanların iki talebinden birisi bu, ikincisi “balık yiyebilecek miyiz”. “Denizden acaba balık yiyebilecek miyim?” Evet bunlar bizim doğrudan denizle temasımızı sağlayan önemli noktalar ama esas mesele nefes alabilecek miyiz deniz yoksa? İşte deniz dediğimiz yer böyle bir yer ve bugün dünyanın üstünde 10 tane büyük iklim grubu yaşanıyor. Step ikliminden soğuk iklime, ılıman ikliminden çöl iklimine, sert iklimden kutup iklimine kadar 10 tane farklı iklim grubu var. Bu iklimlerin ortaya çıkmasının nedeni de denizler çünkü dünyanın ekseni eğik, ekvator bölgesi güneşten çok fazla enerji alırken kutuplar çok az enerji alıyor. Ekvator bölgesindeki enerji kutuplara doğru dağılacak, nasıl dağılsın? Durduğu yerde dağılamıyor ki. Bunu denizlerdeki kuşak akıntıları dediğimiz akıntılar ekvatordan alıp kutuplara doğru götürüyorlar. Ekvator bölgesiyle kutup bölgesi arasındaki sıcaklık farkından dolayı yüksek basınçtan alçak basınca doğru ortaya çıkan hava akımıyla rüzgarlar oluşuyor. Enerjinin transferini sağlayan akıntılar ve rüzgarlar, bu ikisi olmazsa dünyada yaşamın olması mümkün değil. 38 Kuzey 38 Güney, ikisinin arası dönencelerin arası yaşanamayacak kadar sıcak; 38 ile 90 arasında kutuba kadarki olan bölgeler de yaşanmayacak kadar soğuk olacaktır. Deniz olduğu için, okyanuslar olduğu içi, rüzgar olduğu için biz bugün bu kadar farklı şey yaşayabiliyoruz. Ama bir taraftan insanoğlu o kadar çok denize, doğaya müdahale etti ki. İnsanlık tarihi boyunca atmosferde birikmiş olan karbondioksiti son 150 yılda 3 katına çıkardık, 420’nin üstünde şu anda atmosferdeki karbondioksitin oranı. Bu ne demek? İnsanlık tarihi boyuncaki birikimin yaklaşık olarak üç katı demek. Bu, iklimi değiştirdi. İklim değişimi lafı da artık kanıksadığımız bir şey oldu. Müsilaj mı oldu? Neden kaynaklandı? Saymaya başlıyoruz, iklim dediğimde herkeste bir rahatlama oluyor: “Oh ya benden değilmiş kardeşim, iklimdenmiş.” Ya kardeşim iyi de iklim niye değişti? İklimi ben değiştirdim, benim davranışlarım değiştirdi. İklimin ilk habercisi de denizler sevgili arkadaşlar. Yani toprağın öz ısısı 0,2 suyun öz ısısı 1 yani su topraktan 5 kat daha fazla öz ısıya sahip, 5 kat daha fazla enerji depolama kapasitesi var suyun. Toprağınki 5 kat daha az ve bu yüzden toprak hızlı ısınır hızlı soğur, bu yüzden su geç ısınır geç soğur. Bu yüzden yazın deniz meltemleri gündüz vakti denizden karaya doğru eser, gece tam tersine dönüp karadan denize doğru esmeye başlar. Çünkü su birden soğuyamaz, birden ısınamaz. Dolayısıyla bu küresel iklim değişimi dediğimiz şeyin etkileri suda daha fazla birikir. Örneğin 5 yıl önce çok yüksek bir sıcaklıkla karşılaştıysak toprak bunu çoktan unuttu, 5 yıl içerisinde topraktaki o etkisi azaldı ama suda birikti, su onu atamadı. Üstüne sonraki yıl geldi, sonraki yıl geldi, sonraki yıl geldi. Şu anda denizler dünya tarihinde olmadığı kadar çok sıcak. Dünya çok farklı dönemler geçirdi, Akdeniz defalarca kurudu. Koskoca Akdeniz kurudu biliyor musunuz? Bağdat’tan çıkan bir deve Madrid’e kadar karadan yürüyüp gidiyordu hiçbir engelle karşılaşmadan. Akdeniz’in 2500 metre derinliğinde azıcık bir su kalmıştı. Yaklaşık olarak bu en son 5 milyon yıl falan önce oldu yani öyle çok uzun zamandan da bahsetmiyoruz aslında. Dolayısıyla tüm bunlara rağmen şu anda denizlerde ekstrem ısınma var. Bu ısınma deniz canlı kaynaklarını çok etkiledi, türler bundan çok etkilendi. Mercan resiflerinin % 35’ini kaybettik, köpek balıkları ve vatozların % 30’unu kaybettik, kabuklu eklem bacaklıların % 22’sini kaybettik. İklim değişikliğine bağlı olarak biyoçeşitlilikte meydana gelen değişimler ve bu kayıplar önümüzdeki yıllarda artarak devam edecek. Çünkü iklimin değişmesi, denizin ısınması bir sürü etkiyle beraber bugünkü projemizin de ana konusu olan akıntıları ve rüzgarları değiştiriyor. Nasıl değiştiriyor? Biraz önce ifade etmeye çalıştım. Ekvator bölgesi sıcak kutup bölgesi soğuk. Atmosfer ısındı, atmosferin ısınmasıyla beraber kutup bölgeleri de eski haline göre ısınmaya başladı. Tabii ki bir ekvator olmayacak kutuplar ama ısınmaya başladı, bu ısınmaya bağlı olarak buz örtüsü çözülmeye başladı. Kutup bölgelerindeki buzullar çözülüyor, eriyor. Buzulların çözülmesi hem denizlerde su seviyesini yükseltiyor hem de suyun yoğunluğunu değiştiriyor. O zaman akıntı hızı zaten suyun yoğunluğu değiştiği için yavaşlamış oluyor. Hava ısındığı için rüzgar hızları da yavaşlamaya başlayacak yani şu anda en son 2024›te Nature’de yayımlanan bir makaleye göre 2100’e kadar en
iyi olasılıkla rüzgar hızlarının
%10 yavaşlaması bekleniyor.
Rüzgar hızları yavaşlarsa ne olacak?
Rüzgar, Ayşe Hanım, Ahmet Bey’in neyine lazım? Denizdeki balıklar düşünsün öyle değil mi? Öyle değil efendim. Rüzgar hızı yavaşladığında akıntı yavaşlıyor, akıntı yavaşladığında komple iklim değişmeye başlıyor. Rüzgar hızının yavaşlaması ve akıntı hızının değişmesi iklim değişimini hızlandırıyor, bir kör döngüye neden oluyor. Bakın biz bu kadar önemli bir şeyden bahsediyoruz şu anda, akıntıların ve rüzgar hızlarının değişmesinden bahsediyoruz. Lakin buna dair denizlerde ne kadar veri var elimizde? Dünyanın 4’te 1 karasının üstünde Dünya Meteoroloji Örgütü’nün ağı olarak 15.000 küsür istasyon var, her 6 saatte bir oradan veri akıyor ve o veriye göre hareket ediliyor. Dünyanın 4'te 3’ünü kapsayan denizlerde ise 8000 küsur istasyon var sadece, denizlerden çok az veri toplayabiliyoruz. O zaman bizim bu değişen iklim ve rüzgar şartlarını daha iyi anlayabilmek, modelleyebilmek için denizden daha çok veri toplamaya ihtiyacımız var. Nasıl toplayacağız veriyi? Gönüllü gemiler var. “Benim gemim var, gönüllü olarak meteorolojik veri toplayıp Dünya Meteoroloji Örgütü’ne transfer edeceğim.” diyorsunuz, gönüllü gemi oluyorsunuz. Şu anda 3000 küsur gemi var, günlük olarak 1000 tanesinden veri alıyoruz. Dünyanın deniz ve okyanuslarını düşünürsek bir damla kadar bile değil. Ama daha çok kıyısal alanda iklim değişiminin etkilerini göreceğiz. Bu gemiler seyrüseferde değil ki onlar açık denizdeler. O zaman bizim daha kıyısal alandan mikro düzeyde veriye ihtiyacımız var.
İşte I SEA CLIMATE CHANGE projesiyle bunu biz başlatmış olacağız
Yani kıyısal alandaki veri doğrudan doğruya toplanmış olacak. Şu anda bir tekneyle başlar, 3 tekne olur, 5 tekne olur ama bunun gittikçe büyüyeceğini ve dünya ölçeğinde bir ağa dönüşeceğini hayal ediyoruz biz. Bu toplanan veri bilim insanları tarafından değerlendirilecek ve anlamlandırılıracak, iklim değişimine karşı yeni rotalar ortaya çıkacak. Az önce Kıvılcım Hanım ne güzel ifade etti, yelken sektörü gelenekle yürüyen bir sektör. İnsanlar rotaları birbirine aktarıyorlar, herkes kendi tecrübesini aktarıyor. Kültürün çok önemli bir yeri var ama iklim değişince bu rotaların, geleneklerin hepsi kıyıda köşede kalmış oluyor değiştiği için. Dolayısıyla yeni rotalara ihtiyacımız var, yeni yerlere ihtiyacımız var ama veri yok elimizde. İşte o veri şimdi toplanmaya başlanacak. Lakin denizdeki etki sadece akıntılar ve rüzgar hızlarının değişmesiyle sınırlı kalmıyor, karbondioksidi absorbe ediyor denizler. Yani havayı kirlettik, atmosferde karbondioksit arttı ya. Dünyanın en büyük karbon yatakları denizler. Deniz çayırları tropik ormanlardan 35 kat daha fazla karbon tutuyor. Yani şuradan kafanızı soktuğunuz zaman Marmara’nın kıyılarında 8 metre derinliğe kadar olan bütün kıyılarımızda var olan deniz çayırları bir günde 1 metrekaresi 10 litreden fazla oksijen üretiyor, tropik ormanlardan da 35 kat daha fazla karbon tutuyor yani atmosferdeki karbonu absorbe ediyor. Peki bu kıyısal alanlarda iklim değişiminin etkilerinin ne kadar bir zarara neden olacağını hesap edebiliyor muyuz? Şimdilik çok sınırlı veri var elimizde, işte bu veriyi artırmamız ve çeşitlendirmemiz gerekiyor. PH değişiyor, karbondioksiti absorbe ettiği zaman bu sefer pH düşmeye başlıyor. Ph’nin düşmesi demek bütün denizcilik sektörünün kullandığı aletin, malzemenin, ekipmanın, teçhizatın hatta dizaynların değişmesi demek. Çünkü her şey ona bağlı, pH onu etkileyecek. Şu anda kullandığımız boyalar düşük pH’de halen bizim teknelerimizi koruyabilecek mi acaba? Şu anda pervanelerimiz o pH’ye dayanacak mı, korozyon daha da artacak mı? Dolayısıyla bunun gibi bir sürü iç içe konu var, bu konuların hepsi aslında toplanacak verilerle aydınlanmaya başlayacak. Şimdi ben doğadaki bu çalışmaları aynen kaos teorisindeki kelebek etkisine benzetiyorum, küçücük bir yerden başlamamız lazım.
Umut Pina projesi nerelerden nereye geldi?
Geçen sene Borusan Holding’in Sürdürülebilir Fayda Programı kapsamında “Umut Pina” projesini başlattık. Küçücük bir projeydi. Kapıdağ Yarımadası çevresinde kaç tane Pina var, kaçı sağlıklı kaçı ölü bunu tespit edecektik. Bu proje başladığında internette ‘Pina’ diye bir arama yaptığınız zaman 5.000 küsür mention çıkıyordu, şu anda ‘Pina’ diye bir arama yaparsanız 7,5 milyon mention çıkıyor. Bakın küçücük bir yerden başladık, Pina’ları saydık değil mi? Ama bilim böyle bir şey işte, küçücük bir yerden başlıyorsunuz. Dalıyor birkaç tane insan, Pina’ları saymaya başlıyor. Çevre Bakanlığı’na defalarca gidip kendimizi anlatsaydık, bize Pina’lar için destek verin deseydik bu kadar hızlı ikna edemezdik. Ama Pina bu kadar çok duyulunca, bu kadar önemi görünür hale gelince Çevre Bakanlığı kendileri bizi aradılar. Dediler ki: “Siz çok önemli bir şey yapıyorsunuz hocam, Çevre Bakanlığı olarak biz bunu destekleyelim. Ne yapalım?” “Marmara denizin tamamındaki Pina’ları saymak isteriz” dedim, “Tamam biz destekleriz.” dediler. “Ama Pina’ların yaşam alanı deniz çayırları, deniz çayırlarını da haritalamamız lazım.” “Tamam efendim, onu da destekleyelim.” dediler. Bu sene sonu itibarıyla Marmara Denizi’nin şimdiye kadar hiç elde edilmemiş olan iki tane kıymetli verisi elimizde olacak. Bütün kıyılardaki Pina sayısı ve deniz çayırları haritası ortaya çıkmış olacak. Tekrar aynı yere dönüyorum. Nereden başladık? Kapıdağ Yarımadası çevresinde iki tane akademisyen hoca Pina sayacaktı. Şu anda Avrupa Birliği’nin desteğiyle yürüyen Life Pina projesi var Akdeniz havzasında, bir de Pinarca projesi var. İki proje ekibi de gelip bizimle birlikte çalışmak istiyorlar, uluslararası bir ağa dönüşüyor bizim Pina çalışması. Dolayısıyla doğru yerden başlar, doğru şekilde çalışır ve akıl ve bilimin aydınlattığı yolda ilerlersek hayal etmediğimiz yerlere ulaşacağız. Ben Van’da inci kefali ile ilgili çalışmaya başladığımda 25 yaşında gencecik bir asistandım. İşim gölde kaç tane balık yaşıyor onu tespit etmekti, iyi bir akademisyen olmaktı benim hayalim. Ama sonuçta bugün inci kefali Van’ın yeni markası oldu. Hem bir tür yok olmaktan kurtuldu hem yeni bir marka doğmuş oldu.
Doğru adımlar için elimizden geleni yapacağız…
Onun için şu anda bu yelken sektörü ile ilgili başlatılan Yuvam Dünya Derneği’nin bu projesini ben böyle görüyorum. Doğru yerden başlıyor, doğru adımlar atmak için elimizden geleni yapacağız. Biz bilim ekibi olarak 3 kişilik bir ekibiz. Profesör Doktor Barış Önol hocamız var İTÜ’den, yine benim kendi fakültemden hem kaptan hem akademisyen Ender hocamız var. Birlikte bilim ekibi olarak doğru şeyler yapmak için çıktık yola. Çok teşekkür ediyorum, çok mutluyum bugün böyle güzel bir olayın içinde olduğum için.